İÇİNDEKİLER Kudret EMİROĞLU: Sunuş Barış Alp ÖZDEN: Erken Cumhuriyet Döneminde Öğretmenlik Mesleği ve Öğretmen Kimliği Rüya KILIÇ: Türkiye’de Modern Psikolojinin Tarihi: ‘İlm-i Ahvâl-i Ruh- İlmü’n-Nefs/Ruhiyat Aslı YAZICI YAKIN: Vilayetim Angara: Ankara Oyun Havaları ve Pavyon Ümit KURT: Lozan Mübadelesi’nin Ekonomik Sonuçlarını Emval-i Metruke Kanunları Üzerinden Okumak Aytül TAMER TORUN: “Matbuat hürriyetimiz var mı yok mu?” Sonrası Basın Özgürlüğü ve Matbuat Kanunu Tartışmaları DOSYA: Gayriresmi Tarihimizin Tanıkları: Mektup, Kartpostal ve Fotokartlar Söyeşenler: Neslihan DEMİRKOL, Kudret EMİROĞLU: “Böyle bir şey olabilir mi?” Hilmi Yavuz’la Mektup ve Mektupsuzluk Üzerine Cem DOĞAN: Geç Osmanlı Toplumunda Aşkın Kurucu Öğesi Olarak Mektup ve Fatma Cevdet Hanım’dan İhsan Bey’e “Yakılmamış Mektuplar” Hakan KAYNAR: Mektuplarla Tarih: Cumhuriyet ve Aşk Alexandros LAMPROU: Kayıp Bir Mektup Vesilesiyle Oya ŞENYURT: Abdullah Biraderler’in Fotoğrafhanesi’nden Kürklü Kadın ve Şömine: Bir Arşiv Fotoğrafının Düşündürdükleri Besim Can ZIRH: Cansız Hayaller: Gayri-resmi Tarihimizin İmajları Helin BURKAY: Son Hükümler: ’lerde Hapishanelerden Yazılan Son Mektupların Anlatı Çözümlemesi Denemesi Oktay ÖZEL: Aşk, Istırap, Hasret Ve Fotoğraf: Kadın Eli/Kalbi Değmiş Eski Mektuplar İbrahim ERBAŞ: Mektupların ve Fotoğrafların Işığında Hayk Açıkgöz’ün Anılarına Yeniden Bir Bakış Selim Ferruh ADALI: Asur-İmparatorluğu’nda Gündelik Hayat Üzerine: Urad-Gula’nın Mektubu K Evrim TÜRKÇELİK: İspanya, Fransa ve Osmanlı: Jacques Savary de Lancosme’nin İstanbul’dan Roma’ya mektupları () M. Bülent VARLIK: İlk Mektup Neslihan DEMİRKOL: Dünkü Çocukların Uluslararası Mektup Arkadaşları Ve Son Mektuplar Turan TANYER: Hüsamettin Bozok’tan Ömer Faruk Toprak’a Bir Mektup ve Pınar Dergisi Cağfer GÜLER: Nihat Erim’in Başbakan Adnan Menderes’e Anayasa ve Rejim Sorunları Hakkında Yılında Yazdığı Mektup Şehrengiz: Erman TAMUR: Ankara Aslanları Eski Sol Üzerine Yeni Notlar: M. Bülent VARLIK: Taşrada Bir “Sol” Dergi Başak – Adana Kitâbiyat: Ercan AKYOL: Eksiklikler, Çelişkiler ve Sorunlardan Müteşekkil Bir İskendernâme
"Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir"
Yunus Emre
Yunus Emre, yaşadığı zamandan bu yana şiirlerinde dile getirdiği Allah, peygamber ve insan sevgisi, kardeşlik, hoşgörü gibi mesajlarından dolayı çok sevilmiş ve kabul görmüş bir isimdir. Ne var ki hemen herkesin bildiği bu tür beyitlerden sonra divanını okuyanlar onun "Âşık mı diyem ben ana Tanrı'nun uçmagın seve/ Uçmak hod bir tuzakdur eblehler cânın tutmaga", "Gökte peygamber ile Mi'râc'a çıkan benem/Ashâb-ı Suffa'yıla yalıncak olan benem", "Işk îmâmdur bize gönül cemâ'at Kıblemüz dost yüzi dâimdür salât", "Mansûr'ıdum ben ol zamân uş yine geldüm bunda ben/Yak külümi savur yile ben Ene'l-Hak didüm ahî" gibi söyleyişlerle karşılaşınca ona dair bir sorgulama içine girmişlerdir. Zira bunlar, ilk bakışta çizgi dışı, Yunus'un dediği gibi "eğri büğrü" yani anlam kapısını herkese açmayan sadece ehline açan sözlerdir.
Bir sufi şair, böyle sözleri niye söyler? Bu hâl, elbette aşkın ve coşkunun şiddetiyle alakalıdır. Bu coşku artınca şair, kendinden geçerek böyle sözleri söyleme noktasına gelir. Yunus, bu hâli "Aşkım galip geldi yüreğim harlar /Âşık olan arı namusu n'eyler /Behey Yunus sana söyleme derler /Ya ben öleyim mi söylemeyince" şeklinde ifade eder. Tabi söyler söylemesine ama bunun bir bedeli olacağını da bilir. Mesela Hallac-ı Mansur, bu sırrı ifşa etmeyi canıyla öder.
Yunus da Mansur gibi dara çekilmeyi göze alarak söyler. Fakat ona yönelik tepki Molla Kasım örneğinde oldu gibi Yunus'un itikadını sorgulamaya yönelik tepkilerle sınırlı kalır, daha öteye geçemez. Gerçi Ebussuud Efendi "bu itikattan rücu etmezse katilleri vâcib olur" fetvasını verse de Yunus o tarihte hayatta olmadığı için dara çekilmekten kurtulur.
Molla Kasım kimdir?
Kimdir Molla Kasım ve neyi, nasıl bir insan tipini temsil eder? Yunus'la alıp veremediği nedir? Bunları anlamak için önce konuyla ilgili menkıbeye bakalım: Yunus, üç bin şiir söyler. Kendisinden sonra gelen Molla Kasım isimli bir şeriat (hukuk) âlimi bir su kenarında bu şiirleri okumaya başlar. Bunlardan ilk bin tanesini okuyunca bunları şeriata aykırı bularak yakar. Sonraki bin tanesini de aynı sebeple parçalayıp suya atar. Üçüncü bine başlayınca yazının başına aldığımız şu beyitle karşılaşır: "Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme /Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir"
Molla Kasım, bu beyti okur okumaz, hatasını anlar. Çünkü Yunus'un ona ilk iki bin şiirde "eğri büğrü" gelen sözlerinin asıl manasını anlamaya başlamış, böylece onun büyüklüğünü idrak edip yaptığından pişmanlık duymuştur. Fakat ne çare ki elde bin şiir kalmıştır. Menkıbeyi inşa edenin halk olduğu düşünülecek olursa şunu da söylemek gerekir: Halk, derin irfanıyla Yunus'a dair bu konunun onun lehine çözümlenmesi için karşısına Molla Kasım'ı çıkarmıştır. Menkıbenin finalinde ise Yunus aklanmış olur. Böylece ona dair meşruiyet sorunu ortadan kalkar.
Bu menkıbe öncelikle tarih boyunca sıkça karşılaşılan medrese-tekke çatışmasının bir örneği olarak da okunabilir. Bunun tarihteki çok tipik bir örneği Kadızâde ile Sivâsî çatışmasında görülür. İki grup asıl konu Yunus olmamakla beraber sufîlerin semâ ve devranının, zikir ve musikinin caiz olup olmadığı, Muhyiddin İbn Arabî'nin kâfir sayılıp sayılmayacağı, Yezîd'e lânet edilip edilemeyeceği gibi konularda ciddi fikir ayrılıklarına düşerler.
Bu durumun en önemli sebebi ise fakih diliyle derviş dilinin farklı olmasıdır. Biri kitaptan diğeri gönülden konuşur. Fakih, bir metne zahiriyle bakar ve alt anlamına ulaşamaz. Yine fakih, konuya kaba akıl ve bilgi ölçüleriyle bakar. Sufi gözünde ise şiir, ilahi ilhamın şairin kalbine yüklediği manayı söze dönüştüren bir vasıtadır.
Yunus'un şiiri de böyledir: "İy sözlerün aslın bilen gel di bu söz kandan gelür /Söz aslını anlamayan sanur bu söz benden gelür /Söz karadan akdan degül yazup okımakdan degül /Bu yüriyen halkdan degül Hâlik âvâzından gelür."
Şeriat gemisinde kalıp hakikat denizine dalmadılar
Bu "Halik avazı" meselesini fakihler neden anlayamazlar? Bunu da şöyle açıklar: "Hakîkatün ma'nîsin şerh ile bilmediler /Erenler bu dirligi riyâ dirilmediler /Hakîkat bir denizdür şerî'at anun gemisi /Çoklar gemiden çıkup denize tamladılar /Bular geldi tapuya şerî'at tutdı turur /İçerü girübeni ne varın bilmediler /Dört kitâbı şerh iden âsîdür hakîkatde /Zirâ tefsîr okuyup ma'nîsin bilmediler" Demek ki anlaşmazlık konusu fakihlerin şeriat gemisinde kalıp asıl hakikatin bulunacağı denize dalmamalarıdır.
Yunus Emre'nin bu şiirlerinden, aslında isim zikretmese de, yaşadığı dönemde de böyle düşünen insanların eleştirileriyle karşılaştığını anlıyoruz. İşte Molla Kasım, bu anlayışın sembol ismidir. Fakat bu durum, Molla Kasım'la da bitmez, günümüze kadar devam eder. Bunun tarihteki bir başka kahramanı ise az önce adından söz ettiğimiz Ebussuud Efendi'dir. Onun tepkisinin de Yunus'un sözlerine dair olması dolayısıyla bu hadiseyi biraz daha geniş aktaralım.
Hadise şöyle cereyan eder: Kendisine "Bir zaviyenin mescidinde eşhâs-ı muhtelife ile oğlanlar muhtelit olup envâı teganniyat ile tevhid ederler iken kelime-i tehvidi tağyir edip gâh dil men, gâh canmen ve gâh 'Sen bir ulu sultansın /Canlar içinde cansın /çün âyan gördüm seni /Pinhan kayusu değil' deyüp ve gâh 'Cennet cennet dedikleri /Bir ev ile birkaç hûri / İsteyene ver sen anı /Bana seni gerek seni' deyü göğüslerini döğüp evzâ-ı garibe ettiklerinde ahâli-i mahalleden bazı kimesneler zâviye-i mezbûrede şeyh olan Zeyd'e; 'Bu makule evzâa niçün râzı olursun?' dediklerinde, Zeyd: 'Ne lazım gelir? Ve mâ haleket-el cinne vel inse illa liyabudün demekle cevap verse şer'an Zeyd'e ne lazım gelir?' şeklinde bir soru sorulur.
O da bu soru için "El cevap: Evza ve akval-i mezbure kemal mertebe fuhuş olduğundan gayri, cennet hakkında söyledikleri kelime-i şenia küfr-i sarihtir. Katilleri mubahtır, şeyhleri olan bi-din hikâyet olan ef'al ve akvâl men'e mubaşeret olunmazsa dahi ne lazım gelür demekle kâfir olduğundan gayrı o kabayihi ibadet kabilinden addedüb âyet-i kerimeyi ana delil getirmekle tekrar kâfir olur. Ve bu itikattan rücu etmezse katilleri vâcib olur." şeklinde bir fetva verir.
Molla Kasım'a farklı yorumlar
İşte bu anlayış, bugüne kadar gelmiş ve hemen her çağda savunucularını bulmuş bir anlayıştır. Meselâ bir yazar, onun "Âşık mı diyem ben ana Tanrının uçmağın seve /Uçmak dahi tuzağımış mü'min canları tutmağa" beytini "küfür" olarak niteler. Yine bir başka yazar "Yigirmisekiz hece okursun ucdan uca /Sen elif dersin hoca mânâsı ne demektir /Dört kitâbın mânâsı tamamdır bir elifte /Bâ dedirmeniz bana ben bu yoldan azarım" sözünü de Kur'ân'ı tek harfe indirgemek olarak görüp Yunus'un bu söyleyişini "İslâm'a aykırı görüş" olarak niteler.
Şimdi insan bu noktada şunu da düşünüyor: Hani diyor ya Yunus; "Korkaram söylemeğe şerîat edebinden /Yoksa eydeydüm sana dahi ayrusi haber" Ya gördüklerinin, bildiklerinin hepsini üryan bir şekilde söyleseydi kim bilir daha ne tür tepkilerle karşılaşacaktı? İnsan bunu düşünmek bile istemiyor. Sadece şunu söylemek gerekiyor: İyi ki böyle sözler söylemiş. Değilse dini anlamada hep kabukta kalacaktık. Bu da bizi onun derinliğinden, estetiğinden uzak tutacaktı.
Molla Kasım'la ilgili bu durum, zamanla farklı yorumlara da konu olur. Bunlardan en ilginç olanı Arif Nihat Asya'ya aittir. Ona göre "Molla Kasım, bazı sathi hükümler hilafına Yunus'u yırtıp parçalayan çiğ, hoyrat bir adam timsali, bir ham ervah değildir. Molla Kasım, Yunus'un mirasını şer-i şerif üzerine ve hakkaniyetle varisler arasında taksim eden bir adalet timsalidir. (…) Onun adaleti sayesinde melekler de insanlar da balıklar da bu şiirlerden payını almışlardır."
Şairi böyle düşündüren sebep ise Kasım kelimesinin "Taksim edici" anlamıyla ilgilidir. Buna göre bu menkıbe ''Tarikatla şeriatı birbirine sımsıkı bağlayan" bir menkıbedir. Çünkü tarikat dediğimiz bir nevi ''cemaat terbiyesidir, ruhu terbiye eder, olgunlaştırır. Şeriat dediğimiz ise hak ölçülü kanun, kuraldır, adaletin tesis edilmesidir."
Şair, bir konuya daha dikkat çekiyor. Ona göre bu menkıbe bizi havayı da suyu da toprağı da okumaya davet ediyor. Menkıbe bu yorumuyla da Yunus'un varlık anlayışı ile örtüşen bir özelliğe bürünmektedir. Çünkü Yunus için insan ne ise kuşlar, balıklar, gökyüzü, toprak da odur. Hepsinde tecelli eden ise Hak'tır.
Molla Kasım, Yunus'un kendisi mi?
Menkıbeler, sembolik metinler olduğu için her devirde yeniden yorumlanmaya müsait metinlerdir. Bu yüzden şairler, felsefeciler, sufiler bunlara farklı yorumlar getirebilmektedir. Mesela bu tür isimlerden biri olan Sezai Karakoç, bu menkıbenin birkaç açıdan yorumlanabileceğini söyler. Buna göre Yunus'un şiirleri tek tek ele alınınca İslam'la bağdaşmaz görünebilir. Fakat bütününe bakıldığında durumun böyle olmadığı ve onların İslam'a uygun söyleyişler olduğu görülür. İşte Molla Kasım, şiirlerin tamamını görünce bunu anlayan bir tiptir.
Buradan çıkarılacak sonuç ise şudur: Yunus ilk başlarda anlaşılmaz ve katı âlimler tarafından şüphe ile karşılanır, fakat devam eden süreçte onlar da bu şiirlerin asıl mahiyetini anlarlar. Bu yorumu okur açısından böyle yapan Karakoç, başka bir yorum olarak Molla Kasım'ı şairin kendisi olarak görür. Molla Kasım, Yunus'un "iç ben"idir. Bir otokritiktir söz konusu olan. Yunus, sadece söyleyen değil okuyan olarak da şiirlerini kritik etmekte, okurun karşısında çıkabilmek için iki şiirlik müsveddeyi yok etmektedir.
Böyle yapmasının sebebi ise sözünün her kelimesinin İslam'a uyması hassasiyetidir. Karakoç, son bir şey daha ekler. Buna göre bu menkıbe bize Yunusun şiiri üzenine kafa yormamızı söylemektedir. Çünkü onun şiirinde tabiatın kuş balık vs. bütün varlıkların seslerini toplayan bir ritim vardır. Bir oluşun senfonisini yazmakta ve böylece hilkatin sırrına ermek istemektedir. Bu sırra aşina olunduğunda ancak hakikate ulaşmak mümkün olabilecektir.
Fakat ne tür yorumlar yapılırsa yapılsın genel algı daha çok Mola Kasım üzerinde yoğunlaşır. Zahir ehli ile sufiler arasındaki mesele hiç bitmediği/bitmeyeceği için de Yunus'u şeriat adına sigaya çekmek söz konusu olduğunda akla gelen sembol isim Molla Kasım olmaktadır.
Molla Kasım şair miydi?
Kimi araştırmacılar ise Molla Kasım'ı daha farklı anlatırlar. Buna göre Şirvan âşık mektebinin şairlerden olan Molla Kasım (/? /?) Yunus'un çağdaşı bir şairdir. Azerbaycan Türkçesi ile yazılmış şiirleri vardır. A. Gölpınarlı, S. Eyüboğlu, N. Yesirgil çağdaş bu iki şairin aynı vezin, şekil ve konuda yazdığını, şiir anlayışı ve akide bakımından da yakın olduklarını söylerler.
Böyle düşünenlerden, mesela Cahit Öztelli, Molla Kasım adı geçen şiirin Yunus'un olmadığını, gerçekten yaşamış Molla Kasım adlı şaire ait olduğunu ve Yunus 'un bir şiirine nazire olarak yazdığını söyler. Durum öyledir yahut değildir, şiiri ister Yunus yazsın isterse ona nazire olarak yazılsın Molla Kasım ismi çok zengin yorumlara müsait bir menkıbenin doğmasını sağlamıştır.
KAYNAKÇA
- Arif Nihat Asya, Türk Yurdu Yunus Emre Özel Sayısı s. , İstanbul
- Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, İstanbul
- F. Kadri Timurtaş, Yunus Emre Divanı, İstanbul,
- M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Fetvaları -Işığında Asır Türk Hayatı, İstanbul
- Sezai Karakoç, Yunus Emre, İstanbul
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Size şu kadını söyleyebilirim ki erkek son derece basit düşünür ve basit yaşar; özellikle de kadınlarla yakın temasta çalışan erkekler kendi aralarında şöyle konuşurlar: “Ne kadar komplike düşünüyorlar!” Bunun en büyük sebebi, erkeğin hiçbir konuda kadın kadar detaycı bir varlık olmamasıdır. Erkek günlük yaşamdaki detayları görmeyi ve her birini analiz etmeyi bilmez, bunu beceremez ve basit düşünmenin dayanılmaz hafifliği içerisinde kendini akışa bırakabilir. Elbette sanatçılar hariç; çünkü onlar sağ beyin yani yaratıcı beyinlerini de kullandıkları için standart bir erkeğin yaşam biçiminden tamamen ayrılırlar, daha karmaşık düşünürler çünkü yaratıcıdırlar, işte kadın da öyledir, bir yandan muazzam ölçüde yaratıcıdır ancak basit konularda bile detaylarda boğulduğu için büyük resmi kaçırabilir. Bu yazıda sizlere, beş madde halinde, erkek beynine sübliminal mesajlar vermenin yollarını aktaracağım.
Jung şöyle der: “İnsanı harekete geçiren dürtülerin kaynağı ihtiyaçlarıdır. İhtiyacı hangi yönde olursa o yönde davranışlar sergiler.”
Peki erkeğin en büyük ihtiyaçları nelerdir? Muhtemelen ilk cevap cinsellik olacaktır ancak ben aynı fikirde değilim çünkü Columbia Üniversitesi’nde senesinde çeşitli yaş gruplarından üç yüz erkek denek üzerinde yapılan bir araştırma bizlere ilk sırada farklı bir ihtiyacı ortaya koyuyor: “Güçlü olduğunu göstermek.” Bu çalışmada yer alan erkek deneklerin 53% oranında verdikleri cevap “Bana güçlü olduğumu hissettiren kadını bırakmayı düşünmem.” Bu yönde cevap vermelerinin en büyük sebebi erkekler arasında dur durak bilmeyen rekabettir, erkek avcı toplayıcı olmasının yanı sıra “diğer hemcinslerinden daha iyi olmak” gibi kutsal bir amaç ile yaşamaktadır. Bu amaç daha ilkokul yıllarından itibaren, bazen de oğlunu dünyanın merkezinde gören erkek annelerinin yoğun manipülasyonu ile, erkeğin hayatına yön verir. İşte erkeği buradan yakalayan ve onun diğer erkekler ile kıyaslanmasının bile mümkün olmadığını ona hissettiren bir kadın erkeği kolaylıkla etkileyebilir. Enteresan olan bu yöntemin evli erkeklerde bile işe yarıyor olmasıdır; örneğin evli ancak çok da mutlu olmayan bir erkek ile iletişime geçip ona kibar bir ses tonuyla “Karın gerçekten çok şanslı, umarım bu devirde senin gibi bir erkek bulmanın ne kadar zor olduğunu biliyordur” diyen bir kadın o adamın dikkatini yaklaşık üç saniye içerisinde çekebilir.
Aynı şekilde “senin yanında kendimi güvende hissediyorum” diyen bir kadın erkeğin beynini nasıl ele geçireceğini bilen bir kadındır. Aynı kadın adama şunu dese etkili olmaz: “Sen çok yakışıklı bir adamsın.” Şaka değil, hiçbir etkisi olmaz, çünkü klasik erkek kafası yakışıklı olmak gibi bir hedefe sahip değildir. Erkeğin amacı diğerlerinden daha güçlü olmak, daha başarılı olmak, daha nüfus sahibi olmak ya da daha etkili olmaktır. Erkek, bunu ortaya koyabilmek için birkaç yola başvurur: çok para kazanmak, çok yüksek bir statü elde etmek, şöhret olmak ya da tamamen fiziksel güce yüklenip sabah akşam spor salonunda kas yapmak. Bu saydığımız dört temel güç gösterisi, hangisini başarabiliyorsa, erkek için son derece önemlidir. Peki amaç nedir? Kadınlar tarafından beğenilmek ve güçlü görülmek. Başka hiçbir amaç yoktur. İşte bu sebeple ilk romanım Gecede Saklı Yalnız Aşklar da geçen şu cümle okurlarım tarafından sürekli paylaşılıyor: “Dünya, erkeklerin izlediği ve kadınların sergilediği bir oyundur; çünkü günün sonunda her şey kadınlarla ilgilidir.”
Erkek düşünce sistemiyle ilgili temel bilgilerin ardından, bu yazıyı okumakta olan kıymetli papatyalara yönelik beş sübliminal mesajı sizlerle paylaşabilirim:
Sübliminal mesajları verdin ve sonucu aldın. Erkek beynini ele geçirdin. Eğer şöyle diyorsan “Ben ne yapsam bu adam benimle ilgilenmiyor” bu durumda iki ihtimal var: “Cinsellik dışında hiçbir amacı olmayan duygusuz bir adamla birliktesin ya da bir sebeple senden uzaklaşan bir adamla birliktesin.”
Seviliyorsunuz,
Adil Yıldırım
#İlişkiler#Aşk İlişkiler#Erkek Dili
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Fâtih Sultan Mehmed, fetihten sonra Ayasofyanın harap halini görünce şu Farsça beyti söylemiş:
Perdedâri mî küned ber kasr-ı Kayser Ankebut
Bûm nevbet mîzined der turumu Efrisyâb
(Örümcek Kisranın takında perdedarlık ediyor. Baykuş Efresyâbın kalesinde nevbet vuruyor)
***
Rûz-ı rûze cem olur rindân Ayâsõfiyyede
Halka-bend-i üns olur yârân Ayâsõfiyyede
(Ramazan günü rind meşrepliler Ayasofyada toplanır. Ayasofyada dostlar, samimiyetle toplanıp çepeçevre oturduklarında birbiriyle yakınlık kurarlar.)
Olmadın dest-i duâ-cünbân Ayâsõfiyyede
Müşkilât-ı halk olur âsân Ayâsõfiyyede
(Ayasofyada dua için kalkan (hareket eden) eller boşa dönmezken, aksine Ayasofyada halkın zor bildiği işler kolaylaşır.)
İtmek içün fikr-i ekl ü şürbi hâtırdan be-der
Akd-ı cemiyyet ider ihvân Ayâsõfiyyede
(Dostlar, yeme içme fikrini hatırdan çıkarmak için, Ayasofyada toplanma konusunda sözleşirler.)
Mevce-i amâl ider enfâs ile çerhe suûd
Lücce-i tâat ider tûfân Ayâsõfiyyede
(Amellerin dalgası nefesler (dualar) ile çarkı çevirir (gökyüzüne çıkar). Ayasofyada, ibadet denizi (adeta) tufana dönüşür.)
Nâbî
***
Şehr içinde sipihr gibi bülend
Vardır bir makam-ı bîmânend
Ayasofyadır ona nâm-ı şerif
Olmaz onun gibi makam-ı latîf
Nitekim şeyh-i pâk-i kutb-ı zamân
Ayağına akar su gibi cihân
Halk-ı âlem duasına muhtâç
Kubbeden var başında bir ulu tâç
Taşlıcalı Yahya Bey
***
Ey bey-i harem hörmeti vey Mescid-i Aksá
Yã kıble-i âlîsin ü yã Kabe-i Ulya
Çak tãrüm-i Çãrüm gibi alâ tabakãtın
Her tãk-ı felek rifati mirãc-ı Mesîhã
Encüm adedi şem-i kanãdil ile her şeb
Gerdûnun olur günbed-i hazrãsını hemtã
Tezyînin için tûb-ı muallâdur asılmış
Kandil-i zer endûde-i mihr-i felek-ârâ
Lâtîfî
***
Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken
Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana
olup biteni
O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi
Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi
Sezai Karakoç
***
AYASOFYA
Ürperdi hayâlim, bu nasıl korkulu rüya?..
Şaştım, neyi temsil ediyorsun. Ayasofya?..
Çöller gibi ıssız, ne hazin ülke muhitin,
Yâd el gibi, yurdunda garib olmalı mıydın?..
Beşyüz senelik bezmine ermekti ümidim,
Çöller gibi ıssız, seni ben görmeli miydim?..
Bayram, Ramazan, Cuma, mübârek gecelerde,
Avize değil, mum bile yanmaz mı içerde?..
Gâşyolmuş İbâdetlere hayrandı felekler..
Tekbirine ses verdi, asırlarca melekler..
Coşmaz mı denizler gibi, yâdındaki âlem?..
Göklerde melekler, tutuyor hep sana mâtem..
Yâdında bin üçyüz senelik menkıbeler var.
Her menkıbe, hicrânına mâtem tutar, ağlar!.
Beş yüz sene âlem, seni tehdid ediyorken,
Devler gibi düşmanlara, meydan okudun sen!..
Târihimin ömründe, gönüller dolu güldün,
Çılgınca esen, bir acı rüzgârla döküldün!..
Paslanmada! Altın yazılar, âh! O eserler.
Kabrinde kan ağlar, bunu gördükçe (Kazasker)..
Fâtihleri ağlatmada, hâlin, Ulu Mâbed..
Yâdın, kanar imânlı gönüllerde müebbed!
Gamlı renklerle örülmüş, ne hâzin çerçevesin,
Bir yıkık türbe mi, virâne misin, yoksa nesin?
Bak, hayâlimdeki âlem, geliyor vecde yine,
Gözlerim daldı; sütunlarla (Fetih Âyeti) ne!..
Muhteşem âbidesin: Dinimin ulviyetine,
Remz idin, beş asır ecdâdımızın şevketine!
Aldı senden beş asır, azmine kuvvet kaleler..
Yine hep, aynı tehassüsle yücelmiş kuleler..
Nerde: Yandıkça, Süreyyâlara dehşet vererek,
Coşan âvizelerinden yayılan: Binbir renk!..
Çan sesinden, seni kurtarmış ezanlar nerde?..
Hani bülbül gibi Kurân okuyanlar nerde?
0 ezanlar, bütün İslâma şerefler verdi,
Sanki her pencere, lâhuta bakan gözlerdi!..
O ilâhî yüce sesler, yine gelmez mi dile?
Şimdi artık, işitilmez mi, sönük nağme bile?
Şimdi Cennet, sana sermez mi yeşil gölgesini?..
Şimdi hûriler, işitmez mi ilâhî sesini?..
Nice bin hâtıra, gönlümde coşup canlanıyor..
O ne parlak görünüş! Sanki hayâlim yanıyor!
Hutbeler çağlamaz olmuş, şu yeşil minberden,
Gamlı bir gölge yayılmakta bugün, her yerden!
Gizli bir âh ile artık yanar ağlar mı için?..
Nice bin derdile kalbin doludur çünki senin!
Hangi eller, sana akşamları, zinci vuruyor?
Yüce feryâdını, kimler boğuyor, susturuyor?..
Sen, ne âlemleri gördün, ne ömürler sürdün..
Batı dünyasına dehşet saçıyorken daha dün.
Gizli kurşunla, habersizce vuruldun mu bugün?..
Dönmeler, dans ederek yapmada karşında düğün
Dehre meydan okuyan, koskoca tarih, nerde?..
Ülkeler fetheden erler, yüce (Fâtih) nerde?..
Seni Tevhide kavuşturmanın aşkıyla yanan,
O şehir orduların, döktüğü seller gibi kan,
Heder olmuş mu desem? Ah! Dilim varmaz ki,
Bugün onlar bile, mâtem tutuyorlar. Belki!
Bugün ağlattın eminim, ölüler âlemini,
Kerbelâ tutsa gerektir yeniden mâtemini!..
Tek ziyâretçin olan gün de yol almış gidiyor,
Muhteşem kubbeni, zulmette nasıl terkediyor?..
Cemiyetlerden uzak; çölde mezâr olsaydın,
Orda billâhi, mezarlar bile senden aydın!..
Çöllerin, Ay-Güneş, en hisli ziyâretçisidir,
Hilkâtin Arşa çıkan zikrini her an işitir!
Şu perişan denizin inlemesinden duyulan!
Hıçkırıklarla boğulmuş, tutuşan bir hicran!..
Çağıdır ağlamanın, ey Ulu Mâbed, ağla!..
İntikam aldı firenkler, seni ağlatmakla!..
Dostun ağlarken, o bir yanda da düşman gülsün,
Kanamıştır yeniden kalbi, hazin (Endülüs)ün!..
Bu elim fâcia, billâhi, yürekler acısı,
Müslüman Türkün evet şimdi bu en kanlı yası!..
Ey derin fâcia, manzumeye sen sığmazsın,
Tutuşup yanmada kalbim, seni târih yazsın!..
Ali Ulvi Kurucu
***
Ebedîleşen fetih mûcizesinde, her nazarda;
Ezelî Muhammedî hikmeti âşikâr görürsün.
Dedenin ferahfezâsıyla kanatlanan cihanda;
Ayasofyadan ezan sesleri yükselince hürsün.
***
Ayasofya öyle mahzun, ulu kubbeler duâsız,
Seneler süren bu hasretle minâreler ezansız.
Bize zor gelen tecellî daha çok sürer mi Yârab?
Göğe yükselen niyazlar gibi secdeler mekânsız.
Memduh Cumhur
***
Şahzade, Laleli, Haseki Sultan
Hepsinin üstünde Süleymaniye
Süleymaniyeden, Ayasofyadan
Yollar iner dal dal Yenicamiye.
Yelken yelken, seren seren geiler;
Yamaçta, kıyıda, yolda Camiler,
Bu Horasan, mermer kurşun dağları
Omuzunda taşıdığı çağları.
Taşıyacak daha çağlar boyunca
Ve yer çekmeyecek, yere koyunca.
Yolları arkada bırakan hızla;
Kanatlarımızla, atlarımızla
Aşarken toprağı, taşı, denizi
Bu kurşun memeler emzirdi bizi
Arif Nihat Asya
***
İslamın beklediği en şerefli gündür bu;
Rum Konstantiniyyesi oldu Türk İstanbulu!
Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi,
Türkün padişahı, bir gök yarılır gibi
Girdi, Eğrikapıdan kır atının üstünde
Fethetti İstanbulu sekiz hafta üç günde!
O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allahın…
Belde-i Tayyibeyi fetheden padişahın
Hak yerine getirdi en büyük niyazını;
Kıldı Ayasofyada ikindi namazını.
İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa yıkılmalı İstanbul.
Nâzım Hikmet
***
Ey İslamın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatihin şerefi,
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?
Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?
Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!
Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?
Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!
Hani nerede?
Gönüllerden kubbelere,
Kubbelerden gönüllere
Gürül gürül akan Kuran sesleri?
Kuran sesleri dindirilmiş,
Müslümanlar sindirilmiş!
Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin
İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!
***
Ayasofya,
Ey muhteşem mabet;
Gel etme,
Bizi terketme!
Bizler, Fatihin torunları, yakında putları devirip,
Yine seni camiye çevireceğiz
Dindaşlarımızla,
Kanlı göz yaşlarımızla,
Abdest alarak secdelere kapanacağız,
Tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden dolduracak
İkinci bir fetih olacak,
Ezanlar bu fethin ilanını,
Ozanlar destanını yazacaklar
Putperest Romaya yeni bir mezar kazacaklar, sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek! Şerefelerin yine Allahın ve Onun sevgili peygamberi Hz. Muhammedin aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!
Bu olacak Ayasofya,
Bu muhakkak olacak
İkinci bir fetih, yine bir basü badelmevt
Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
Ayasofya, belki yarından da yakın!
Osman Yüksel Serdengeçti
***
Ayasofya
Hülyamı aceb!. Yoksa ki kâbus mu bu rüya?
Eyvah! o ne zulmetde mi kaldın Ayasofya!
Beş yüz sene tevhid ile inlerdi zeminin;
Hüsranla yazık arşa çıkar şimdi eninin
Tevhide asırlarca makarken ulu sinen,
Matemzede bir Iahd mısın esnama bugün sen
Göz yaşları matemle döker kalb-i sema ruy-i zeminler;
Hüznünle senin ruh-u feza ağlayup inler
Mazi ki, senin ruhu hazinene girdi,
Satvet dolu tarih, koca kubbende belirdi.
Sinen ki acaiblerin esrarını saklar,
Ey harika, Fatih sana, tarih sana ağlar
Hançerledi imanını kimler? Ayasofya!
Ekdarına mahzun oluyor gökde Süreyya
Yırt, perde-i zulmatı; yeter, dalma sükûte;
Tehlilinin âvâzı erişsin melekûte
Çek; seyf-i muallanı, çıkub âleme haykır;
Şahlanda harimindeki esnamı bütün kır
Kubbende melekler yine saf saf dile gelsin,
Ey mabed-i nur; bir koca tarihe bedelsin
Ayat-ı mefahir dolu mihrab ile kubben;
İmanlı diyarında, esaretde misin sen?..
Ey Fatih-i Sani, yetiş imdada; yetiş gel!
İslâm yedi beyzasına, minnetle uzat el
Kubben gibi matemli sema, gamlı bu dünya;
Heyhat Bu ne matem ki büründün; Ayasofya!..
Ey hiss-i bedi; tutdu semavatı eninim;
Hicranıma dağ vurma; yeter kalb-i hazinim
Mehmed Kayalar
***
İşte kurşun kubbeler şehri İstanbuldasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor.
İlhan Berk
***
Vapur geldi iskeleye dayandı.
Ayasofya turkuaz’a boyandı.
Vatikanın içi sızladı, yandı.
Şimdi buldu Ayasofya hilali
Helali var açanların helali.
Esat KABAKLI
çamaşır makinesi ses çıkarması topuz modelleri kapalı huawei hoparlör cızırtı hususi otomobil fiat doblo kurbağalıdere parkı ecele sitem melih gokcek jelibon 9 sınıf 2 dönem 2 yazılı almanca 150 rakı fiyatı 2020 parkour 2d en iyi uçlu kalem markası hangisi doğduğun gün ayın görüntüsü hey ram vasundhara das istanbul anadolu 20 icra dairesi iletişim silifke anamur otobüs grinin 50 tonu türkçe altyazılı bir peri masalı 6. bölüm izle sarayönü imsakiye hamile birinin ruyada bebek emzirdigini gormek eşkiya dünyaya hükümdar olmaz 29 bölüm atv emirgan sahili bordo bereli vs sat akbulut inşaat pendik satılık daire atlas park avm mağazalar bursa erenler hava durumu galleria avm kuaför bandırma edirne arası kaç km prof dr ali akyüz kimdir venom zehirli öfke türkçe dublaj izle 2018 indir a101 cafex kahve beyazlatıcı rize 3 asliye hukuk mahkemesi münazara hakkında bilgi 120 milyon doz diyanet mahrem açıklaması honda cr v modifiye aksesuarları ören örtur evleri iyi akşamlar elle abiye ayakkabı ekmek paparası nasıl yapılır tekirdağ çerkezköy 3 zırhlı tugay dört elle sarılmak anlamı sarayhan çiftehan otel bolu ocakbaşı iletişim kumaş ne ile yapışır başak kar maydonoz destesiyem mp3 indir eklips 3 in 1 fırça seti prof cüneyt özek istanbul kütahya yol güzergahı aski memnu soundtrack selçuk psikoloji taban puanları senfonilerle ilahiler adana mut otobüs gülben ergen hürrem rüyada sakız görmek diyanet pupui petek dinçöz mat ruj tenvin harfleri istanbul kocaeli haritası kolay starbucks kurabiyesi 10 sınıf polinom test pdf arçelik tezgah üstü su arıtma cihazı fiyatları şafi mezhebi cuma namazı nasıl kılınır ruhsal bozukluk için dua pvc iç kapı fiyatları işcep kartsız para çekme vga scart çevirici duyarsızlık sözleri samsung whatsapp konuşarak yazma palio şanzıman arızası